Havza

Tarihçe

Havzanın isim olarak kökeninin Hititlerin Amasya valisi olan Kavuzhandan kaynaklandığı, adına izafeten Kavza olduğu rivayet olunmakta ve bu ismin zamanla halk ağzında ve söyleyiş kolaylığı sebebiyle Havza haline geldiği ileri sürülmektedir.

İsminin kökeni

Havza'nın isim olarak kökeninin Hititler'in Amasya valisi olan Kavuzhan'dan kaynaklandığı, adına izafeten "Kavza" olduğu rivayet olunmakta ve bu ismin zamanla halk ağzında ve söyleyiş kolaylığı sebebiyle "Havza" haline geldiği ileri sürülmektedir.
Ne var ki bu bilgiler Rum Pontuslular'dan günümüze ulaşan bazı haritalarda ve diğer belgelerde şehrin adının "Khavza" olarak yazılmış oluşuyla birlikte değerlendirildiğinde "Kavza" nın, gerçekte olup olmadığı ya da kim olduğu meçhul “Kavuz Han”a ithaf edilerek bu şehre verilen bir isim olmak yerine Havza’nın Rum dilindeki ifadesi (söyleniş biçimi) olma olasılığını daha çok ön plana çıkardığından pek de sağlıklı bir iddia olmadığını ortaya koymaktadır.

Asar-ül Bilad adlı kitabın yazarı Zekeriya bin Mahmut el Kazvini, kitapta 1050 yılında olan bir depremden söz ederken depreme uğrayan yerleşim yerinin adı olarak "Ancere" kelimesini kullandığını görmekteyiz. Zekeriya b.Mahmut el Kazvini, ”Asar-ül Bilad” adlı eserinde bu Hançere (Ancere) kasabasını şöyle tanımlıyor; "..Ancere Anadolu da bir şehir olup orada Ters akan Irmağı vardır. Rivayet olduğu üzere 8 Ağustos 442 (1050) Pazartesi zelzele olmuş,zelzele 2 gün devam ettiğinden Anceredeki birçok bina yıkılmış; bir kilise yere batarak hiçbir eser kalmamış, yerinden gayet sıcak bir su çıkıp yetmiş kadar mezrayı harap etmiş, birçok kişinin boğulmasına sebep olmuş, sıcak suyun akışı dokuz gün devam ettiğinden herkes dağ başlarına kaçmış daha sonra su çekilmiş ve bir miktar kalmıştır...” Ancere kasabası, Havza'nın şimdiki yerine göre Aslanağzı Kızgözü hamamının batı tarafında, düz bir yerde olduğu tarihi vesikalarda zikredilen malumattan anlaşılmaktadır.

Havza’nın eski adı ve bu şehrin yerinde daha önce başka bir yerleşim olup olmadığı konusunda yaptığı araştırma bulgularını dile getiren Zübeyrzade Mehmet Fuat Efendi de “Yurdumuz Havza” adlı eserinde; Havza’nın “nam-ı kadimi”(eski adı) nın belli olmadığını belirterek, “..Gerçi milattan evvel ve sonraları şimdiki Havza’nın yerinde büyük ve muntazam bir şehrin mevcut olduğunu bazı Rum tarihçileri yazmakta ve eski Rumların ,Bizanslıların buraları icra-i hükümet (idare) ettiklerini göstermekte iseler de bunların ne dereceye kadar mevsuk (inanılır) oldukları anlaşılamamakla beraber esasen ne malumatların bizimle bir alakası ne de o şehrin şimdiki Havza ile bir ilişkisi yoktur..” demektedir.

Mehmet Fuat Efendinin sözünü ettiği Rum tarihçilerinden günümüze kadar intikal eden bir rivayete göre,bugünkü Havza’nın yerinde Hançereden de önce mevcut yer leşimin batı ve kuzey-batı istikametinde adı “Çetrik”(Çermik) olarak anılan oldukça büyük bir yer leşim merkezi bulunuyordu. Bu yer leşim merkezinde sırasıyla Hititler,Pontuslular,Romalılar hüküm sürdüler.

Kuruluşu ve adının kaynağı konusunda böylesine çok değişik görüş ve iddialarla karşılaştığımız Havza’nın , Roma ve Bizans İmparatorlukları zamanında bir kaplıca beldesi olduğunu ifade etmesi bakımından “Thermee Phoseemeomitearem” olarak anıldığı belirlenmiştir. Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika) yazarı Strabon’un söz konusu eserinde yerleşimin adından “Phazemotis sıcak su kaynaklarının bulunduğu yer” olarak bahsedilirken Evliya Çelebi'nin “Seyahatname”sinde karşımıza çıkan bir diğer isimde “Koze” kazasıdır.

Nihayet,1524 yılından sonra benimsenip özellikle resmi kayıtlarda kullanılarak yaygınlaştırılan ve günümüze kadar ulaşan "Havza" (Osmanlı Türkçesi: خوضه), adından önce anıldığı şekli ile “Hevze” ve “Hevize” Türk dilinde olduğu gibi Arapça ve Farsça’da da herhangi bir anlam ifade etmez. Havza’ya gelince “dalmak” ve “Havz etmek” anlamına geldiği gibi “bir parça” veya “ara” anlamlarını da ifade eder.


Arkeolojik bakış
Havza yöresinin yazılı tarih öncesi dönemlerini aydınlatan çalışmaların ilki 1971 yılından önce ikincisi de 1972-1973 yıllarında Prof. Dr. U. Bahadır ALKIM ve ekibi tarafından yapılmış, Tarih Kurumu adına yürütülen bu küçük çaplı kazı ve yüzey araştırmaları sonucu saptanan en eski bulgular Havza sınırları içinde Paleolitik dönemden bu yana yerleşildiğini ortaya çıkarmıştır.

Her iki tarihte yapılan kazı ve yüzey araştırmaları sırasında Havza sınırları içerisinde toplam 17 höyük ve düz yerleşme alanı, 6 Roma Geç Antik Çağ yerleşmesi, 7 tümülüs, 1 kaya mezarı, 1 mezarlık alanı ve 1 antik kaplıca kalıntısı tespit edilmiş buralarda Erken Tunç Çağı, Orta Tunç Çağı, Demir Çağı, Roma ve Geç Antik Çağ uygarlıklarına ait yerleşimlerin bulunduğu belgelenmiştir.

Strabon coğrafyasında Havza tarihi
Amasyalı Coğrafyacı Strabon’a göre Samsun-Amasya toprakları arasında Phazamonitis diye anılan bir bölge vardır. Bugünkü Havza’yı da içine alan bölgeyi Strabon şöyle anlatıyor: “Roma komutanlarından Pompeus, Pontos krallarından Mithridates’le yaptığı savaşta tarihsel kaynaklarda Mithridates Savaşları olarak anılan Pontos zaferini kazandıktan sonra bu bölgede yaptığı gezi sırasında burada bulunan Phazemon mahallesindeki yerleşmeyi bir kent olarak ilan etmiş ve Neapolitis ismini vermiştir. (Merzifon tarihi konusunda yapılan bazı araştırmalarda, araştırmacılar bu kentin, yüzyıllar boyunca adı birçok değişikliklere uğrayan Merzifon olmasının kuvvetli bir olasılık olduğu üzerinde durmaktadır.)”

Bu ülkenin kuzey kısmı, Gazelonitis ve Amisoslular'ın ülkesiyle sınırdaştır. Batısı, Halys nehri, doğusu Phanoria ve geri kalan kısmı da hepsinin en büyüğü ve en iyisi olan benim ülkem Amasia ile çevrilidir. Phazamonitis’in Phanaroia’ya doğru uzanan kısmında Stiphane isminde denize benzeyen bir göl vardır. Burada pek çok balık ve her çeşit otlak bulunur. Bu gölün kenarında şimdi terk edilmiş olan İkizari Kalesi ve yakınında şimdi harabe halinde olan bir saray vardır. Ülkenin geri kalan kısmı genellikle ağaçsız ve ekime elverişlidir. Amaseia’lıların ülkesinin üst tarafında, Phazemonitis Sıcak Su Kaynakları bulunur, bunlar sağlık için çok iyidir.

Türkiye'nin tarihi coğrafyasını ve arkeolojisini incelerken başvurulan kaynakların ilk sırasında gelen Amasyalı Strabon’un “Geographika” (Coğrafya) adlı bu eseri kimi araştırmacılara göre MÖ 7 yılında, kimilerine göre de MS 18-19 yılları arasında yazılmıştır.

Tıpkı Evliya Çelebi gibi yazdığı her yeri gezip, yerinde inceleyerek anlatan Strabon’un Havza’yı da kapsayan alanın Phazemonitis olarak tanımlandığını belirtmesi diğer tarihsel kaynaklarında teyit ettiği gibi söz konusu tarihte ve öncesinde buraların Pontos sınırları içinde olduğunu ve Strabon’un kaydettiği Pontos-Roma savaşları sırasında Pont sınırı veya Pont karargahı olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Bölge tarihi açısından çok önemli olan Mithridates Savaşları (Pontos-Roma savaşı) genel olarak bölge ve Havza tarihi konusunda üzerinde durulması gereken önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Çünkü bu tarihte Strabon’un da sınırlarını aynı şekilde çizdiği alanda (ki bu alan, günümüzdeki yerleşim yerlerine göre kuzeyde Kavak ya da genel olarak Samsun’un güney kesimleri, Ladik ve Havza ile güneyde Merzifon’a kadar uzanan hattın doğuda Niksar ve batıda Kızılırmak'la çevrildiği bir bölgeyi içine almaktadır.) Pontos Krallığı ile Romalılar arasında yapılan kanlı savaşlar sırasında bölgede bulunan hemen hemen tüm yerleşim merkezleri yerle bir edilmiş ve yakılmıştır. Bu tahribatın Pontos uygarlığı ile sınırlı olmayıp bölgede yaşanmış Hitit çağı ve tarihten önceki devirlere (Paleolitik, mezolitik, kalkolitik ve bakır çağı) ait izlerinde önemli oranda silinmesine neden olduğu kuşkusuzdur.

Bu açıklamadan sonra tekrar Strabon’un coğrafya eserine dönecek olursak, tanımlanan bölgede Amaseia (Amasya) lıların ülkesinin üst tarafında bulunan Phazemonitis sıcak su Kaynakları’nın Havza Kaplıcaları olduğu tartışma götürmez.

Nitekim Strabon’un sözünü ettiği bu sıcak su kaynaklarının Havza’da bulunduğu yine Strabonu kaynak göstermek suretiyle başka eserlerde de belirtilmiştir.

Selçuklular öncesi
Havza’nın tarihi, kuruluş itibarıyla çok eskilere dayanmaktadır. Milattan önce 2000’li yıllarda, Kızılırmak ve Yeşilırmak deltaları arasında kurulmuş olup, kuruluşu Hitit Uygarlığı dönemine uzanmaktadır. MÖ VII. yüzyılda Samsun’un İyonyalılar’ca kıyı kenti olarak kuruluşundan bir süre sonra, Miletliler’in etki alanına giren bölge, daha sonra Kafkaslardan gelen Kimmerler’in istilasına uğramış, yapılan savaşlar sonuncunda ise, önce Persler tarafından idare edilmiş, Büyük İskender’in Anadolu’yu istilasından sonra Makedon İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir. MÖ I. yüzyılda Roma istilasına uğrayan Havza, daha sonra Roma İmparatorluğu’nun bölünmesiyle, Doğu Roma İmparatorluğu’na dahil olmuştur.

Selçuklu dönemi
Havza, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türk hakimiyetine girmiş ise de Haçlı Seferleri sonucu sık sık el değiştirmiştir. XIII. yüzyılda Selçukluların eline geçen bölge, Selçuklu Hanedanlığı'nın çöküşünden sonra Canik Beyliği’ne ve daha sonra da 1414'te Osmanlı Yönetimine geçmiştir.

Osmanlı dönemi
Havza ilk fethedildiği zaman, buraya Türk aşiretlerinden Gidürlü, Çarıklı ve Kanıklı aşiretleri yerleştirilmiş olduğundan bugün, bazı köyleri bu isimlerle anılmaktadır. Havza'nın o gün için 50 kadar mahallesi vardır. Kaza olarak genel nüfusu da 30.000 civarındadır.

Bu dönemde Havza nahiyeleri
Halas Nahiyesi: Havza ilçesinin güney doğu taraflarını çevreler.
Kamlık Nahiyesi: Havza ilçesinin kuzey doğu taraflarını çevreler.
Gidürlü Nahiyesi: Havza ilçesinin kuzey batı taraflarını çevreler.
Simre Nahiyesi: Havza ilçesinin batı taraflarını çevreler.

Osmanlı salnamelerinde Havza
Bu başlık altında, hicri 1297, 1301, 1311, 1312, 1313, 1314, 1318 ve 1324 tarihli salnameler (yıllık rapor) incelenmiş, ilk iki salnamede Havza'nın bir nahiye konumunda olması nedeniyle ve genelde söz konusu salnamelerin kendi hazırlanma tekniği itibarıyla çok yüzeysel (sadece bağlı olduğu vilayet ve sancak isimleri ile bunlara ait yönetici isimleri) bilgiler temin edilebilmiştir.

1297 (1876) yılı salnamesi
Havza ilk kez bu salnamede yer almıştır. Buna göre Sivas vilayeti, Amasya sancağına bağlı bir nahiye (bucak) konumundadır.

1301 (1880) yılı salnamesi
Havza; Sivas vilayeti, Amasya sancağı, Osmancık kazasına bağlı bir nahiyedir. Üstelik ismi bir önceki, 1297 yılı salnamesinde olduğu gibi Havza değil Havsa olarak yer almıştır.

1311 (1890) yılı salnamesi
Bu salnameye göre artık Havza bir kazadır ve Amasya sancağı, Sivas vilayetine bağlıdır. Vilayetin Aziziye, Goçgiri, Divriği, Darende, Gürün, Tonos(Altınyayla), Hafik ve Yıldızeli olmak üzere merkeze bağlı sekiz ilçesi; Amasya, Şarki Karahisar, ve Tokat olmak üzere üç sancağı vardır. Amasya sancağına Havza dışında Merzifon, Köprü, Mecidözü, Osmancık, Ladik ve Gümüşhacıköy olmak üzere altı ilçe daha bağlıdır.

1314 (1893) yılı salnamesi
İlk kez bu yılki salnamede ilçeler derecelere ayrılarak çeşitli ölçütlere göre sınıflandırılmışlar ve Havza da üçüncü sınıf bir ilçe olarak mülki tasnifteki yerini almıştır.

1324 (1903) yılı salnamesi
Bu yılki salnamede, mülki taksimat bakımından kimi önemli değişiklikler görülüyor: Buna göre merkez vilayete bağlı ilçeler arasına Yenihan, Kangal ve tekrar Tonos(Altınyayla) katılmış buna karşılık Yıldızeli ilçesi ayrılmıştır. Böylece merkeze bağlı ilçe sayısı on olmuştur; bağlı sancak sayısında herhangi bir değişiklik olmamıştır. Ayrıca söz konusu salnameye kadar dört adet bucağa sahip olan Havza, merkezi dışında sadece bir adet bucağa sahip kalmıştır.

Meşrutiyet dönemi
1891'de Sivas valisi olan, sabık dahiliye nazırı Mazlum paşa'nın oğlu Memduh efendi, bu kasabadaki iktisadi faaliyetleri görünce, büyük hamamın güneyinde büyük bir otel ile bu otelin altına bir hamam yaptırmıştır. Memduh efendinin bu faaliyetlerine kaza ve vakfın mütevellisi olan Hacı Mahmud Ağa itiraz etmiş ve bundan dolayı, Memduh efendi'nin gayretleriyle Alucra'ya sürülmüştür. 1908'de ilan edilen meşrutiyetten sonra, Memduh efendi gözden düşmüş ve yaptırmış olduğu hamama zorla akıttığı su da elinden alınarak, memleketin maarif hizmetlerine devamlı bir gelir olarak tahsis edilmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Havza
Anadolu'nun bütün diğer yörelerinde olduğu gibi Havza'da da, 93 harbi olarak tarihimizde anılan Osmanlı-Rus savaşı, Balkan savaşları, "Düvel-i muazzama" yani o dönemin süper güçlerine karşı verilen ve Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla gerçekleşen Çanakkale savaşlarının sebep olduğu maddi ve manevi yıkımlar kendini olanca ağırlığıyla hissettirmişti. Bu dönemde Havza'nın karşı karşıya kaldığı manzarayı ilçenin medar-ı iftiharlarından Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'daki çalışma arkadaşlarından olup o dönemin Havza'sını konu alan ve "Yurdumuz Havza" adıyla bir kitap yazan Zübeyirzade Mehmet Fuat Efendi'nin satırlarından takip edelim:

Savaşlar, iç ayaklanmalar ve darbe girişimleri ile ekonomik gücünü iyice kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti'nin halka yüklediği "bar'ı tekalif"den doğal olarak Havza ve çevresi de etkilenmişti. Ağır vergi yükü altında ezilmesi yetmiyormuş gibi bir de nüfusunun büyük bölümü Rumların ve Ermenilerin teşkil etmesinden dolayı istihbarat teşkilatı ile jandarma takiplerine konu olup, sık sık baskınlara uğrayan Havza, hemen hemen bütün maddi varlığı ezilmiş, kendisi de eritilmiş bir kasaba durumundaydı. Bu tarihler arasında ilçeye iskan edilen muhacirler (kafkas ve tatar göçmenleriyle Doğu Anadolu ve Karadeniz'den gelip yerleşenler) genel iaşeyi tamamen yok etmiş, sefaleti ve her geçen gün artan ölümleri de beraberlerinde getirmişlerdir.

Nihayet 1914 yılında 1. Dünya Savaşı için ilan edilen "genel seferberlik" Havza'nın sosyal hayatını, ilerlemesini ortadan kaldırarak adeta varlığı dondurulmuş bir kasaba haline gelmesine sebep oldu. Bölük bölük cepheye giden gençlerimiz; Çanakkale'nin, Sarıkamış'ın, Galiçya'nın, Sina'nın, Irak'ın, Arabistan'ın meçhul ufuklarında Allah'ına kavuşurken geride bıraktıkları aileleri de yoksulluktan ve sefaletten dolayı ölümle pençeleşiyorlardı.

Yeni bir Türk devleti kurmak amacıyla 19 Mayıs 1919 yılında Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa, 25 Mayıs 1919'da Havza'ya gelmiş olup, 12 Haziran 1919'a kadar ilçede kalmıştır. Mustafa Kemal Paşa 24 Mayıs 1919 Cumartesi günü Harbiye Nezareti'ne gönderdiği bir telgrafla Havza'ya geçiş nedenini şöyle belirtmiştir.

Merzifon, Amasya, Ladik, Havza gibi bazı yakınmaların kaynaklandığı yerleri kapsayan bölgede incelemeler yapılması ve önlemler alınması için karargahımı geçici olarak Havza'ya taşıyacağım. Ama haberleşmenin güven içerisinde yapılabilmesi için adresimin yine Samsun olacağını bildiririm.Havza'ya çektiği bir diğer telgrafla da;

Kaplıcalarda tedavi görmek için Havza'ya geleceğim.
diyerek bu durumu Kaymakam Fahri Bey'e bildirmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 25 Mayıs 1919 günü kapalı ve hafif yağmurlu bir günde beraberlerindekiler ile birlikte üç hurda Mercedes marka otomobille Havza'ya gitmek üzere Samsun'dan hareket ederler. Otomobillerin eski olması nedeniyle bu yolculuk esnasında Mustafa Kemal Paşa'nın bindiği otomobil sık sık arıza yapar. En son ve en önemli arıza Havza'ya yakın Karageçmiş mahallesi civarında gerçekleşir ve araç tamamen durur. O vakitte ve orada kalmak istemeyen Mustafa Kemal Paşa maiyetindekilerle birlikte yürümek ve yürürken de okumak için duygulu bir ses tonuyla yanındakilere: "Dağ başını duman almış marşını biliyor musunuz?" diye sorar. Kimseden ses çıkmaz. Belli ki bu marşı bilmiyorlardı. Volkan patlaması bir ses yayılır Mustafa Kemal'in gür soluğundan:

Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar!... (bkz.Gençlik marşı)
Yavaş yavaş sesler, Mustafa Kemal Paşa'nın sesine katılıyordu. Sanki tüm milletin bağımsızlık sesi yurdu kurtarmak amacıyla Anadolu'ya çıkan bu insanların seslerine katılmıştı. Anadolu bir yürek olmuş atıyordu.

Bir ara yabancı bir ses karıştı bu sese. Arkalarına dönüp baktılar ki hurda Mercedes onarılmış. Herkes yerini aldı. "Dağ başını duman almış" marşını kesmeden yollarına devam ettiler. 19 Mayıs'la özdeşleşen bu marş, daha sonra işgal altındaki güzel yurt topraklarını, düşmanlardan kurtarmak için hürriyet aşkıyla kanı kaynayan dinamik bir gençliğin, duygularını yansıtan gönül nağmeleri olmuştur.

On sekiz günlük ikamet müddetinde Millî Mücdele bakımından son derece önemli işler gerçekleştirilmiştir:

İlk Heyet: Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkar çıkmaz hemen faaliyetlere başlamış ve ziyaretine gelen heyetleri kabul etmeye başlamıştır. Bunlardan en önemlisi hiç kuşku yok ki Havza heyetidir. Heyetin başkanı olan Çonzade Bayram Efendi kendisini Havza'ya davet etmek için geldiklerini, kabul ettiği takdirde emirlerine mevcut yaklaşık yüz elli kişilik bir silahlı grup da verebileceklerini ifade etmiştir. Paşa'nın karargahını Havza'ya nakletmesinde bunun da etkili olduğunu söylemek mümkündür.

İlk Marş: Yukarıda bahsedildiği üzere "Gençlik Marşı" ilk kez Havza yollarında okunmuştur.

İlk Müdafa-i Hukuk Cemiyeti: Mustafa Kemal Paşa'nın emri ve kontrolü dahilinde kurulmuş ve teşkilat "Taş Mektep" şimdiki Merkez İlköğretim Okulu'nda toplanmıştır.

İlk Tamim:(Havza Genelgesi) 28 Mayıs'ta tüm valilik, kolordu komutanlık ve bağımsız mutasarrıflıklara gönderilen tamimle ilk kez hukuki, siyasi ve idari nitelikleri ağır basan bir emir yayımlamış; misyonunu bir anlamda belli etmeye başlamıştır.

İlk Nümayiş(miting): İlk miting, Paşa'nın Anadolu'ya çıkışından sonra ilk kez Havza'da yine O'nun talimatıyla gerçekleştirilerek İzmir'in işgali protesto edilmiştir.

İlk Cüret: Mondros mütarekesi neticesinde terhis edilen Ortadoğu'daki birliklere ait silahlar ve bunlara ait çeşitli parçalara Havza'da el konarak sadece İstanbul Hükümeti'ne değil daha da önemlisi müttefiklere meydan okunmuştur.

İlk Gönüllü Silahlı Grup(Serdengeçtiler): Nüvesi zaten var olan böyle bir grup daha da geliştirilerek yaklaşık dört bin beş yüz kişilik bir birlik haline getirilerek Pontusçu Rum çetelerine karşı kullanılmış, hatta Zile isyanının bastırılmasında olduğu gibi iç isyanlarda görev almıştır.

Amasya Tamimi: Bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilk habercisi ve müjdecisi olan Amasya Tamimi'nin altında imzaları bulunanlardan 20. kolordu komutanı Tuğgeneral Ali Fuat Cebesoy ve eski bahriye nazırlarından Rauf Orbay Mustafa Kemal Paşa ile görüşme talebinde bulunmuşlardır. Paşa da onların kimliklerini gizleyerek Havza'ya gelmelerini istemiştir. Ancak İngilizlerin baskısıyla İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa'nın müfettişlik görevini sona erdirip İstanbul'a dönmesini isteyen telgraf emri ve Erzurum'daki kongrenin toplanıp kendisini bekledikleri haberi sebepleriyle Havza'dan ayrılmak zorunda kalması sonucu Amasya'ya doğru yola çıkmıştır. A.Fuat Paşa ve Rauf Orbay bundan habersiz Çeltek mahallesine kadar gelmişler ama, burada Mustafa Kemal Paşa'nın Havza'dan ayrılıp Amasya'ya geçtiği iletilince geri dönüp kendileriyle Amasya'da mülaki olabilmişlerdir. Dolayısıyla böyle bir zorunluluk olmasaydı muhtemelen söz konusu "Tamim" belki de Havza'dan yayınlanacaktı.

Yazışmalar: Mustafa Kemal Paşa Havza'da kaldığı süre zarfında telgrafla elli altı adet yazışma yaparak bilgi alışverişi, planlama ve talimat verme işini gerçekleştirmiştir.

Kurtuluş mücadelesi, hiç şüphe yok ki başlı başına bir destandır. Bu "Kurtuluş Destanı"nın başlangıç ve en önemli bölümlerinden birini oluşturan "Havza Bölümü"dür. Mustafa Kemal Paşa, ilçeye gelişinin 2. günü olan 26 Mayıs 1919 tarihinde kendisini ziyarete gelen heyete şu tarihi sözleri söylemiştir.

"Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, kurtulacağız, bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir azim bizi kurtarabilir."12 Haziran 1919 günü Mustafa Kemal Paşa, kendisiyle görüşmeye gelenlere 13 Haziran 1919 Cuma günü Amasya'ya hareket etmek zorunda olduğunu bildirerek içtenlikle, "Bugün artık üniforma sahibi değilim size daha önce de bildirdiğim gibi sade bir millet adamıyım." diyerek İstanbul Hükümeti ile arasındaki bağın koptuğunu işaret etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, 13 Haziran 1919 günü Havza'dan ayrılarak Amasya'ya geçmiştir. İlçede kaldığı 18 gün boyunca şimdi restore edilerek müze olarak kullanılan Mesudiye Oteli'nde ikamet etmiştir. Rahatsız olarak geldiği ilçede hem Millî Mücadele'nin temellerini atmış, hem de şifalı kaplıcalarında sağlığına kavuşarak ayrılmıştır.

13 Haziran 1919'da Havza'dan ayrılan Mustafa Kemal, 24 Eylül 1924'te ikinci, 18 Eylül 1928'de üçüncü ve son olarak 22 Kasım 1930'da dördüncü kez Havza'yı ve Havzalıları onurlandırmışlardır. 24 Eylül 1924 tarihinde, Havza'yı ziyaretinde Havzalılara şu şekilde hitap ederek, Havza ve Havzalıların adını Cumhuriyet tarihimize altın harflerle yazmışlardır:

Havzalılar!
Sizinle en elemli en yeisli günlerde tanıştım. Aranızda günlerce kaldım. Bana mazinin hatırasını hatırlatan şu daire içinde kıymettar mesai ve muavenetinizden pek müstefit oldum. Eğer Havzalıların o samimi ve metin hüsn-ü kabulleri olmasa, eğer Havza'nın nafi şifalı kaplıcaları ahaval-i sıhhiyem üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki İnkılap için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki Havza ve Havzalılara çok borçluyum. Kalbi rabıtamı ebediyen saklayacak ve sizi hiç unutmayacağım.

Muhterem Havzalılar!
İlk cür'eti, ilk cesareti gösteren, ilk teşkilatı yapan sizlersiniz. İnkılap ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza'nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır.

Mustafa Kemal ATATÜRK